Bilgi : Içme Sularinin Özellikleri, Kalite Parametreleri Ve Kirleticilerin Sağlik Etkileri

Xzenon

Deneyimli Üye
TÜİSAG Üyesi
Katılım
26 Şub 2012
Mesajlar
802
Tepki puanı
5,498
Meslek
Uzman (B)
Dosyayı aşağıdaki adrese yükledim.
http://xzenon34.files.wordpress.com/2012/03/2-ic3a7me_sularc4b1_uyak.doc

İÇME SULARININ ÖZELLİKLERİ, KALİTE PARAMETRELERİ VE KİRLETİCİLERİN SAĞLIK ETKİLERİ
Doç. Dr. Vedat Uyak
Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Fakültesi
Çevre Mühendisliği Bölümü, Kınıklı - Denizli
1. GİRİŞ
Su, canlı yaşamının vazgeçilmez ve hayati maddelerinden birini oluşturmaktadır. Canlılar yaşayabilmeleri için gerekli suyu yeryüzünde akarsu, göl ve deniz gibi kaynaklardan veya kütlelerin boşluk ya da çatlaklarında toplanan sulardan sağlamaktadır. Son yıllarda hızlı nüfus artışı, endüstrileşmenin muazzam bir hızla gelişimi ve çarpık kentleşme nedeniyle su ve su kaynaklarına olan ihtiyaç giderek artmış, bunun sonucunda ise su kirlenmesi problemi ortaya çıkmıştır. Türkiye'de önemli sorunlardan biri de yeterli miktarda içme ve kullanma suyu temin edilememesidir.

İnsan sağlığını ilgilendiren en önemli etmenlerden birisi de sudur. Vücut yapısının büyük bir kısmını su oluşturmaktadır. Kişinin vücut ağırlığının %65-70'i sudur. Canlı organizmaları oluşturan hücrelerin yaşamaları ve faaliyetlerini sürdürebilmeleri ancak su ile mümkün olabilir. Su, canlı doğanın temel unsuru olduğu için susuz yaşamın düşünülmesi de mümkün değildir. Hücre metabolizması, su içinde gerçekleşmektedir. Besin maddeleri su içinde hücrelere getirilmekte ve atıklar su içinde uzaklaştırılmaktadır (Şimşek, 1999).

Yetişkin bir insanın günlük fizyolojik su ihtiyacı yaklaşık 2,5 litredir. Bu ihtiyacın
bir kısmı dışarıdan karşılanırken, çok az bir kısmını da vücut kendisi yapmaktadır.
İnsan, gereksinim duyduğu suyun; %50'sini içeceklerden, %35'ini yiyeceklerden,
%15'ini ise metabolizma sırasındaki kimyasal tepkimelerden sağlamaktadır. Yaşamın
sürmesi açısından suyun devamlı alınması gerekmektedir. Su ya da sulu besin
almayan bir kişi 7 günden fazla yaşayamamaktadır (Kuleli, 1995). Yaşam için vazgeçilmez bir kaynak olan su, çeşitli özellikleri ile yaşamın her evresinde yer alır. Dünyada belirli bir miktarda bulunan su, sürekli bir döngü içerisinde hareket etmektedir (Gupta, 1993).


Yağış halinde yeryüzüne ulaşan su, yüzeysel akış, yeraltına sızma, yeraltında depolanma ve akış esnasında temas ettiği minerallerin bünyesinde bulunan birçok elemanı çözerek beraberinde taşır, bu yüzden suyun kimyasal bileşimi sürekli olarak değişir. Ayrıca kirlenmeye karşı son derece hassas olan yüzey suları ve yer altı suları kimyasal, radyoaktif ve bakteriyolojik kirlilik kaynaklarının etkisi altına girmesi halinde kirlenerek orijinal su kalitesi özelliklerini kaybederler (Tamer, 1995).
Suyun insan hayatındaki önemi nedeniyle 2872 sayılı Çevre Kanununa dayanılarak çıkarılan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 16-20. maddeleri çerçevesinde içme suyu kaynaklarının korunmasına öncelik verilmektedir. Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği'ndeki tanımı ile su kirliliği: su kaynağının kimyasal, fiziksel, bakteriyolojik, radyoaktif ve ekolojik özelliklerinin olumsuz yönde değişmesi şeklinde gözlenen ve doğrudan veya dolaylı yoldan biyolojik kaynaklarda, insan sağlığında, balıkçılıkta, su kalitesinde ve suyun diğer amaçlarla kullanılmasında engelleyici bozulmalar yaratacak madde veya enerji atıklarının boşaltılmasını ifade eder (Akar, 2000).

İçilmeye elverişli suların kaliteli oluşuyla birlikte zaman içinde bu kalitenin korunması da çok büyük bir önem taşımaktadır. Bundan dolayı içme suyu kaynaklarının gelecek yıllardaki durumunun kirlilik bakımından incelenme zorunluluğu söz konusudur. Öte yandan Ülkemizde Sağlık Bakanlığı tarafından 2005 yılında Avrupa Birliğine Üyelik müzakereleri kapsamında çıkarılan “İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkındaki Yönetmelik” ile içme sularında aranması gereken özellikler EK-1’de listelenmiştir (İTASHY, 2005).

İçme ve kullanma suyu nitelik olarak birbirinden aynıdır. Genelde toplumda içme ve kullanma sularının birbirinden farklı olabileceği biçiminde bir kanı vardır. Oysa kullanma suyunun yani temizlikte, bulaşıkta ve çamaşırda kullanılan suyunda sağlığı tehlikeye düşürmeyecek özellikte olması sağlanmalıdır (Akar, 2006). Organizmanın fizyolojik gereksinimlerinin yanı sıra suyun sosyal ve ekonomik bir önemi bulunmaktadır. Yemek pişirmede, mutfakta, vücut temizliğinde, ev temizliğinde, atık suların sağlıklı bir biçimde uzaklaştırılmasında, sanayide, sulamada, yangın söndürmede, her türlü üretim ve hizmet iş kolunda su kullanılmaktadır. Ayrıca ulaşım, turizm ve spor da suların sağladıkları yaşamsal olanaklardandır. İnsan yaşamı açısından su sağlıklı yaşamın temeli sayılabilir. Sosyal yaşam içinde insanın bireysel olarak harcadığı su miktarı toplumsal değerlendirmelerde bazen kriter olarak da yer almaktadır. Kişinin sosyo-ekonomik ve kültürel durumu, hijyen alışkanlıkları, nüfus yoğunlukları gibi değişkenler bireylerin su gereksinimini etkilemektedir. Kişinin yaşadığı yerleşim yerinde bulunan endüstri kuruluşlarının sayısı, niteliği ve sulama alanlarının büyüklüğü de kişi başına düşen su miktarını hesaplamada göz önüne alınmalıdır. Buna göre, kırsal alanda nüfusu 5000'e kadar olan yerleşim yerlerinde kişi başına düşen su gereksiniminin 50 L/gün olduğu saptanmıştır. Bu gereksinim nüfusla doğru orantılı olarak artmaktadır. Nüfusu 5-50 bin arasında olan yerlerde gereksinim 60-100 L/gün, nüfusu 50 binin üzerinde olan yerlerde ise bu gereksinim 100-1000 L/gün kadar olabilmektedir (Şimşek, 1999).

Su kaynağı seçiminde dikkat edilmesi gereken noktalar aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

  1. Kaynaktaki su kalitesi ve kalitenin sürekliliğinin sağlanabilmesi,
  2. Kaynağın o andaki kapasitesi ve uzun zamanda bu kaynaktan alınacak suyun ihtiyaca yetip yetmeyeceği,
  3. Arzu edilen içme suyu kalitesi ya da arıtılacak suyun kullanım amacı,
  4. Suyun kaynaktan alınış şekli,
  5. Kaynağın arıtma tesisine ve yerleşim merkezine uzaklığı.

Su kaynağı seçimi varsa, faklı seçenekler arasında yukarıda sözü edilen unsurların bütünsel bir çerçeve içerisinde ele alınarak incelenmesi sonrasında yapılmalıdır. Kaynaktan alınacak suyun kalitesi yanında, kaynak kapasitesinin gelecekteki nüfusun ihtiyacına yetecek miktarda olması istenir.

İçme ve kullanma suyu kaynakları oluşum ve sağlanış biçimlerine göre 3 gruba ayrılabilir: Yağış suları, yeraltı suları ve yüzeysel sular.

Yağış Suları

Yağış suları, yağmur ve kar sularının sarnıçlarda toplanmasıyla elde edilmektedir. Genelde temiz sulardır. Saf suya en yakın özelliği yağmur ve kar suları gösterir. Ancak günümüzde doğal kirlenmelere ek olarak, hava kirlenmesi sonucu yağmur ve kar sularının özelliği atmosferdeki geçtiği yerlere göre çözmüş olduğu maddelerin etkisiyle saf sudan uzaklaşır. Ayrıca havada bulunan mikroorganizmaları da bünyelerine alırlar. Bu sebeplerden dolayı yağmur sularının içilmesi uygun değildir. Yağmur sularında alışılmış tadı veren mineral tuzlar bulunmadığından tatsızdır. Bu suların yeryüzünde toplanmasında ve depo edilmesinde, kirlenme olasılığı daha yüksektir. Çizelge 2. 1.'de tipik yağmur ve kar suyu kimyasal bileşimleri görülmektedir.

Burada sodyum ve klorür iyonları denizden, nitrat iyonları genellikle şimşek çakması sonucu oluşan azot oksitlerden kaynaklanmaktadır. Meteorolojik suların bir diğer dezavantajı da bünyesinde fazlaca karbondioksit bulundurmasıdır. Bu nedenle agresif (kemirici) etkiye sahiptirler (9).

Yeraltı Suları

Yeraltı suları kendiliğinden yeryüzüne çıkan sular şeklinde (kaynak suları) ya da kuyu ve artezyen suları olarak bulunur. Yeraltı sularının kendiliğinden yerüstüne çıkmaları şekline kaynak suları denir. Bunlar temiz sular olup doğrudan içilebilme özelliğine sahiptirler. Fakat çeşitli nedenlerle kirlenmeleri muhtemeldir. Bu sebepten düzenli bir şekilde kimyasal ve bakteriyolojik kontrollere tabi tutulmalıdır. Teknik yöntemlerle yerüstüne çıkarılan sular ise kuyu ya da artezyen sularıdır. Herhangi bir kirlenmeye uğramamış yer altı sularının kalitesi genellikle bulanıklık, bakteriyolojik içerik ve toplam organik madde içeriği bazında yüzey sularına göre daha yüksektir ve basit bir arıtma işlemi sonucu su dağıtım şebekesine verilebilir. Ancak yeraltı sularındaki mineral (Ca, Mg, Fe ve Mn ) oranı yüzey sularına oranla kat kat daha fazladır. Yeraltı su kaynaklarında su kalitesinde ciddi oranda mevsimsel ya da yıllık değişimler görülmez (10).

Yeraltı sularının kalite analizlerinin yapılması, yüzeysel su kaynaklarına oranla çok daha pahalıdır. Yer altı su kalitesinin incelenmesi için genelde açılacak birden fazla ölçüm kuyusu analiz maliyetini ciddi ölçüde arttırır. Yeraltı sularının arıtma tesislerine pompalanması veya su galerileri ile getirilmesi gerekir. Bu işlem de maliyeti arttırıcı diğer bir etkendir. Yer altı su kaynaklarında görülen belli başlı sorunlar, sertlik ve yüksek konsantrasyonda demir ve mangandır. Kireçle yumuşatma kalsiyum ve magnezyum sertliğinin giderilmesinde yaygın olarak kullanılan bir işlemdir. Karbonat olmayan sertliğin yüksek olduğu koşullarda kireçle yumuşatma işlemi sırasında soda (Na2CO3) eklenebilir.
Genel olarak yer altı sularının yüzeysel sulara göre aşağıdaki avantajları vardır:

  1. Bütün yer altı suları berrak ve renksizdir.
  2. Yeraltı sularının organik madde ve mikroorganizma içeriği daha azdır.
  3. Yeraltı sularının kimyasal bileşimi ve sıcaklığı zamanla değişmez.

Yer altı sularının dezavantajları ise:

  1. Çok miktarda yer altı suyu bulmak zordur.
  2. Yeraltı sularında toplam çözünmüş tuzlar, özellikle klorür ve sülfat tuzları daha yüksektir.
  3. Yeraltı sularında demir, mangan ve sertlik yapıcı bileşenler daha fazla bulunur.
  4. Yeraltı sularını depolara pompalamak için gerekli enerji daha fazladır.

Yüzeysel Sular

Yüzey sularında genelde bulanıklık, koku, tat, renk ve bakteriyolojik içerikten kaynaklanan sorunlara rastlanılır. Yüzey su kaynakları dereler, nehirler, baraj ve göllerden oluşur. Genelde dere ve nehirler su kalitesi açısından ciddi mevsimsel değişim gösterirler. Yağmurlu mevsimler ya da bahar aylarında eriyen karlar, bu tür kaynaklardan alınacak suda, bulanıklık ve benzeri su kalitesi parametrelerini önemli ölçüde etkiler. Ayrıca bu kaynakların kapasiteleri de mevsimsel ve yıllık olarak önemli ölçüde değişir. Bu nedenle, yüzey su kaynaklarından alınan suların arıtılmasında bu tür değişiklikler hesaba alınmalıdır. Göl ve baraj sularında görülen mevsimsel ve yıllık kalite ve kapasite salınımı nehir ve dere sularına göre daha yavaş ortaya çıkar ve daha azdır. Özellikle yaz aylarında göl ve baraj suları tabakalaşır ve ılık su tabakası yüzeye çıkarken soğuk tabakalar altta kalır ve böylesi bir tabakalaşma alt tabakalarda oksijen yetersizliğine yol açar. Oksijen yetersizliği nedeniyle oluşan indirgeme ortamında demir ve mangan çözünürken anaerobik veya anoksik ortamda oluşan hidrojen sülfit gibi bileşikler tat ve koku sorunu yaratabilirler. Üst tabakalarda ise sıcaklık ve besi maddelerinin (azot ve fosfor) uygun olduğu dönemlerde alg büyümesi olabilir. Bu ise suda bulanıklık, alkalinite, pH, tat ve koku gibi sorunlara yol açabilir (7,11).

Yüzey su kaynaklarının seçiminde göz önünde tutulması gerekli bir diğer önemli unsur da kaynağın yeri, kaynak etrafındaki alanların kullanım şekli, bu alanlar üzerindeki bitki türleri ve toprak yapısıdır (12).

Çözünmüş madde konsantrasyonunun, renk, koku, kötü tat sorunlarının ciddi oranda olduğu ve genel anlamda sertliğin sorun olmadığı bir yüzeysel su kaynağından alınacak suya uygulanabilecek tipik bir arıtma işlemi Şekil 2. 1.'de görülmektedir.




Şekil 2.1. Bir Yüzeysel Su Kaynağından Alınacak Suya Uygulanabilecek Tipik Bir Arıtma İşlemi (12)

Şekil 2.1.'de verilen arıtma işlemi, fıltrasyon öncesi koagülasyon, flokülasyon ve çöktürme ünitelerinden oluşmaktadır. Bazı koşullarda değişen su kalitesi karşısında arıtma işleminde belirli bir esneklik sağlamak amacıyla iki kademeli koagülasyon-flokülasyon-çöktürme uygulanabilir. Prosesin hemen girişinde yer alan ızgaranın amacı, yüzey su kaynaklarında karşılaşılabilecek iri parçacıkların ortamdan uzaklaştırılmasıdır. İşlem başlangıcında, patojen bakterilerin yok edilmesi, alg büyümesinin önlenmesi, koku ve tat giderimi amacıyla dezenfektan veya oksidantlar eklenir. Hızlı karıştırma ünitelerine eklenen koagülantlardan en bilinenleri demir ve alüminyum tuzlarıdır. Bu metallerin tuzları ortamın pH'ını düşüreceği için korozyonu önlemek maksadıyla bu tuzlarla birlikte suya kireç veya soda eklenerek pH yükseltilir. Flokülasyon ünitesinde oluşan katı parçacık flokları (yumakları) çöktürme ünitelerinde ortamdan uzaklaştırılır. Bir sonraki ünite olan filtrasyon öncesinde suya, filtrasyon verimini arttırmak amacıyla çeşitli polimer veya metal tuzları eklenebilir. Filtrasyon sonrasında su, içme suyu depolarına ve oradan da şebekelere gönderilmeden önce dezenfekte edilir. Filtrelerde kullanılan geri yıkama suyu geri kazanım amacıyla arıtma tesisi girişine yollanabilir (42).

Bu noktada, bazı yüzey su kaynaklarında bölgenin özelliklerinden kaynaklanan değişik sorunlara rastlamak olasıdır. Bu koşullarda, temel işlemlerde bazı değişiklikler olabilir. Örneğin, koku ve tat sorununun ciddi boyutlarda olduğu koşullarda su kaynağına toz aktif karbon (powder activated karbon-PAC) veya potasyum permanganat ve ozon gibi oksidantlar eklenebilir. Benzer durumlarda filtrasyon sonrasında granül aktif karbon (granulated activated karbon –GAC) kolonları eklenebilir veya filtrelerde filtre malzemesi olarak GAC kullanılabilir.

Çözünmüş katı madde konsantrasyonunun ve sertliğin düşük olduğu, koku ve tat sorununun aşırı olmadığı yüzey sularında çöktürme ünitesi iptal edilebilir ve flokülasyon sonrası su doğrudan filtre edilebilir. Genelde yüzey su kaynaklarında yüksek oranda sertliğe rastlanmaz. Ancak sertlik giderimi gerektiren yüzey suları kireçle yumuşatma işlemi ile arıtılabilir.

















2. İÇME SULARININ ÖZELLİKLERİ
İçme sularının kalitesi en genel şekli ile bulanıklık, renk, sıcaklık gibi fiziksel özellikler; sertlik, alkalinite, pH, nitrat, metaller gibi kimyasal özellikler ve bakteri, virüs gibi mikrobiyolojik özellikler ile ifade edilebilir (Aydın, 1999). Bu kapsamda içme sularının özellikleri aşağıdaki gibi sıralanabilir (Eroğlu, 1995).

· Su kokusuz, renksiz, berrak ve içimi lezzetli olmalıdır,
· Sular hastalık yapan mikroorganizma ihtiva etmemelidir,
· Su kullanım amaçlarına uygun olmalıdır,
· Sular agresif olmamalıdır
· Suda sağlığa zararlı kimyasal maddeler bulunmamalıdır.

2.1. Su Kokusuz, Renksiz ve İçimi Lezzetli Olmalıdır
Sularda fenoller, yağlar gibi suya kötü koku ve tat veren maddeler olmamalıdır. Sular; renksiz, berrak ve içilebilecek sıcaklıkta olmalıdır. İçme suyu için en uygun sıcaklık 8-12 °C arasında ve sulardaki çözünmüş oksijen konsantrasyonu 5 mg/L’ den daha büyük olması istenir.

2.2. Su Hastalık Yapan Mikroorganizmaları İçermemelidir
Suda bulunabilen bazı mikroorganizmalar çeşitli hastalıklara sebep olurlar. Sudaki hastalık yapıcı patojenik mikroorganizmaları uzaklaştırmak için uygulanan en etkili yöntem dezenfeksiyon işlemidir. Suyun içerisindeki bakiye klor miktarı 0,1-0,2 mg/L olacak şekilde temin edilirse, bu klor konsantrasyonu ve uygun temas süresi patojenik bakterilerin yok edilmesi için yeterli olmaktadır. Öte yandan, virüslerin etkili bir biçimde uzaklaştırılmasında yüksek klor dozajı ve uygun filtrasyon işlemi etkin olmaktadır.

Hastalık etkenleri olan mikroorganizmaların bakteriyolojik analizleri zordur. Bu yüzden gösterge “indikatör” organizmalar kullanılır. Bu organizmaları:

1. Koliform bakterisi, bilhassa E. koli olarak bilinen Escherichia koli
2. Streptococcus feacalis
3. Clostridium Perfringens Sporları

E. kolinin, sularda bulunması, patojenik mikroorganizmaların varlığının bir işaretidir. İnsan dışkısının 1 gramında l08-109 adet E. koli bulunur. Bu sebeple bir içme suyu kaynağı analiz edildiğinde E. Koli bulunmuşsa, bu su kaynağının evsel atıksu ile kirletildiğine işaret eder (Eroğlu, 1995).

2.3. Sular Kullanım Amaçlarına Uygun Olmalıdır
Sular; içme suyu, sanayide ve kullanma suyu olarak kullanılabilir. İçme suyu olarak kullanılması halinde sudaki demir ve mangan konsantrasyonunun düşük olması istenir. Demir iyonu, özellikle yer altı sularında (+2) değerlikli Fe+2 olarak ve genellikle demir bikarbonat Fe(HCO3)2 şeklinde bulunur. Fe+2, oksijenle reaksiyona sokularak Fe+3’e yükseltgenir ve suda yeterince alkalinite varsa bu bileşik Fe(OH)3 şeklinde çöktürülebilir. Bu bileşik sarı-kırmız renktedir. Sudaki demir bileşikleri etkin bir şekilde uzaklaştırılmazsa, suda renk ve tad problemi oluşur (Eroğlu, 1995).

4 Fe+2 + O2 + 10 H2O 4 Fe (OH)3 + 8 H+

Suda bulunan demir, borularda demir bakterilerinin çoğalmasına ve boruların tıkanmasına sebep olur. İki değerlikli mangan da demire benzer özellikler gösterir.

6 Mn+2 + 3O2 + 6H2O 6 MnO2 + 12 H+

Mangandioksit su ortamında siyah bir çökelek halinde çökelir.


Suyun sertliğinin de kullanma amacına uygun olması gerekir.

2.4. İçme Suları Agresif Olmamalıdır
Suların agresifliği, serbest karbondioksit (CO2) ile bikarbonat (HCO3)- iyonunun dengede olmamasından ileri gelir. Suların agresifliği, boruların korozyonuna (aşınmasına) sebep olur, onların kısa zamanda harap olmalarına, dolayısıyla ilave masraflara yol açar. Ayrıca boruların aşınması halinde borudan ayrılan elementler suyun kalitesinin bozulmasına sebep olur (Eroğlu, 1995).

2.5. Suda Sağlığa Zararlı Kimyasal Maddeler Bulunmamalıdır
Bazı kimyasal maddeler zehirli etki gösterir. Arsenik, kadmiyum, krom, kurşun, civa, selenyum gibi ağır metaller insan vücudunda toksik etki yapar.
Arsenik metalik olarak (özellikle toz halinde) zehirsizdir. Ancak su, hatta havadaki nem ile birleştiği zaman Arsenik trioksite (As2O3) dönüşür. Bu da çok zehirli bir maddedir. Arsenik zehirlenmelerinde; felç, sinir sistemi bozuklukları görülmektedir. İnorganik arsenik bileşiklerinin kanser yapıcı etkisinin olduğu ileri sürülmektedir (Eroğlu, 1995).
ABD’de içme suyu içindeki arsenik konsantrasyonu oldukça düşüktür. Su iletim sistemlerinden alınan numunelerin sadece % 4’ünde arsenik miktarı 10 µg/L’den fazla çıkmıştır (Akar, 2000).
Civa’nın vücutta birikmesi neticesinde, başlangıç olarak baş ağrısı, yorgunluk, kol ve bacaklarda ağrılar görülür. Diş etleri iltihaplanmaları, diş etlerinde mavi-mor “ civa çizgisi ” meydana gelir. Kişide ruhsal bozukluklar, hafıza zayıflıkları ve gövde, kol ve ayaklarda duyu bozuklukları ortaya çıkar.
Kadmiyum ve bileşikleri, insanlarda; baş ağrısı, susuzluk hissi, boğazda kuruluk, sinirlilik ve kuvvetli tahrişli öksürük gibi rahatsızlıklara sebep olur.
Krom’un ülser, bronşit, akciğer ve böbrek hastalıklarına sebep olduğu bilinmektedir.
Kurşun ve bileşikleri; iştahsızlık, karın ağrıları, yorgunluk, vücutta umumi zafiyet hali, kurşun felçleri ve duyu organları bozukluklarına sebep olur.
Baryum, baryum içeren kayalardan yer altı sularına ve yüzeysel sulara geçmektedir. Endüstriyel olarak ta çeşitli faaliyetler sonucunda su ortamına verilmektedir (Akar, 2000). Baryum, kaslara ve kalp adelelerine, damarlar ve sinir sistemine zararlı tesirler yapmaktadır (Eroğlu, 1995).
Nitrat, doğal sulardaki iyonların büyük kısmını oluşturmaktadır. Bir araştırmaya göre, yüzeysel sularda nitrat azotu 1-2 mg/L arasında bulunmuştur (Akar, 2000). Yüksek nitrat konsantrasyonu su kütlelerinde ötrofikasyonu artıran en önemli parametrelerden birisidir. İçme sularında ise canlı sağlığı üzerinde on beş farklı kanser türüne, kalıtsal bozukluğa, yetişkinlerde yüksek tansiyona ve özellikle altı aydan küçük bebeklerde mavi bebek hastalığına neden olmaktadır (Aslan ve Türkman., 2004).
Mavi bebek hastalığının sebebi bazı bakterilerin nitratları indirgeyerek nitritlere dönüştürmesi ve meydana gelen fazla miktardaki nitritin emilerek kandaki hemoglobini methemoglobine çevirmesidir. Bunun neticesinde oksijen dokulara taşınamadığından bebek ölümleri ortaya çıkar (Eroğlu, 1995).
Florür doğal olarak topraktan gelmektedir. Diş sağlığı bakımından gerekli seviyede florür konsantrasyonuna sahip olmayan içme suyu dağıtım sistemlerine florür eklenmektedir. Genelde olması istenen miktar 0,5-1,5 mg/L’dir (Akar, 2000).
Radyoaktif maddeler, bilhassa nükleer silah denemeleri ve nükleer santrallerin atıkları sebebiyle içme sularını kirletmektedir.
Suda Amonyum (NH4)’ün bulunması, suyun kullanılmış sularla kirlendiğini ve kirlenmenin süre bakımından uzak olmadığını gösterir.
Klorür (C1-), suda genellikle sodyum klorür (NaCl) şeklinde bulunur. Suda fazla miktarda NaC1 bulunması halinde suya insan veya hayvan idrarının karışmış olduğu düşünülebilir. Ancak deniz kenarındaki su kaynaklarında tatlı suya, denizden tuzlu su karışabileceği ihtimalide göz önünde bulundurulmalıdır (Eroğlu, 1995).







3. İÇME SUYU KALİTE PARAMETRELERİ
Tüketime sunulan suyun kalitesi; ham suyun özelliklerine ve arıtım derecesine bağlı olmakla beraber, arıtım esnasında, arıtımdan sonra, depolanmasında, dağıtım aşamasında çeşitli faktörlerin etkisiyle değişikliğe uğrayabilmekte hatta ham suda mevcut olmayan birtakım bileşiklere arıtma tesisi çıkış suyunda ya da şebeke suyunda rastlanabilmektedir. Bu nedenle kaliteli bir içme suyunun temin edilerek kullanıma sunulmasında çok sayıda parametrenin göz önünde tutulması gerekmektedir (Balkaya, 2004).

Fiziksel Kalite Parametreleri
3.1. Tat ve Koku
Tat ve koku problemi hem yeraltı suları hem de yüzey sularından su temininde karşımıza çıkmaktadır. Ancak yüzey sularının su kaynağı olarak kullanılması halinde koku ve tat problemi, yeraltı sularına göre daha sık ve daha büyük bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü yüzey suları gerek tabii olarak ve gerekse insanlar tarafından verilen organik atıklarla daha fazla kirlenmeye maruzdur.
Koku, bazı alg cinslerinin normal metabolik faaliyetleri sonucu meydana gelmektedir. Yeşil alglerin büyük çoğunluğu canlı kaldıkları müddetçe suya fark edilir bir koku ve tat vermemektedir. Hâlbuki mavi-yeşil algler çok daha fazla tat ve kokuya sebep olmaktadırlar. Ayrıca su hazneleri, baraj veya göllerin tabanındaki bitkiler çürüyerek istenmeyen koku ve tat meydana getirmektedir. Bu bakımdan doldurmaya başlamadan önce biriktirme hazneleri ve baraj göllerinin su altında kalacak olan sahalarındaki bütün bitki ve ağaçların temizlenmesi gerekmektedir (Eroğlu, 1995).
Sularda istenmeyen koku ve tat aşağıdaki sebeplerden ileri gelmektedir;
· Evsel atık suların su kaynaklarına karışması,
· Endüstriyel atık sular, özellikle fenoller, yağ ve benzerleri kimyevi maddeler,
· Su kaynağında yaşayan algler, diğer organizmalar ve bunların ölmesinden ileri gelen organik maddelerin çürümesi,
· Klor ve suda fenolle birleşen mono ve diklorofenoller,
· Hidrojen sülfür ve metan gibi suda çözünmüş gazlar,
· Yabani ot ve böcek mücadelesinde kullanılan zirai mücadele ilaçları
Yukarıda belirtilen unsurların hepsi suya değişik şekillerde koku ve tat verirler. Yapılan araştırmalar, içme suyunda koku ve tat oluşturan belli başlı sebeplerden birincisinin algler, ikincisinin ise bitki örtüsünün çürüyüp ayrışması olduğunu göstermiştir.

3.2. Renk
Tüketicilerin memnuniyeti açısından suyun görünüşü çok önemlidir. Düşük renk kullanma suyu bakımından çok önemlidir (Akar, 2000). Saf su renksizdir. Göl, deniz ve okyanus suları mavimtrak bir görünümde ise de bu, ozon tabakasının atmosfere verdiği mavi rengin suya yansıması ile oluşan bir renktir (Akar, 2000).
Su içindeki metalik iyonlar (demir, mangan, v.b.), humik ve fulvik asitler, planktonlar, çürümüş bitkiler ve endüstriyel atıklar renk kaynaklarıdır. Suyun rengi genellikle suda kollaidal halde bulunan organik ve inorganik maddelerden veya endüstri alanlarındaki erimiş kimyasal maddelerden ve boyalardan ileri gelir. Renk giderimi ozonlama, koagülasyon, sedimantasyon ve fıltrasyon işlemleriyle gerçekleştirilebilir. İçme ve kullanma sularında platin-kobalt skalasına göre 15 üniteden fazla renk bulunması istenmez. İçilebilir suların renk ölçüsü TS 266'ya göre 5 birimdir. Dünya Sağlık Örgütü içme suyu standardında renk için 50 Co birimi verilmektedir. Hedef olarak 5 Co birimi amaçlanmıştır (9).

3.3. Bulanıklık
Tüketicinin memnuniyeti için suyun görünüşü çok önemli bir faktördür. Düşük bulanıklık ve renk, kullanma suyu açısından çok önemlidir. Arıtılmış sularda bulanıklık 0-1 NTU arasındaki değerleri almalıdır. Bulanıklık; askıda katı maddelerden yani kil, silt ve çok küçük organik ve inorganik maddelerden kaynaklanmaktadır (Akar, 2000).
İçme ve kullanma sularının bulanık olmaması ilk sağlığa uygunluk şartıdır. Bulanık sular daima şüpheli sular olarak dikkate alınmalıdır. Çünkü sudaki bulanıklık, atıklarla bulaşma ihtimalinin ve sağlık tehlikesinin olabileceğini gösterir. Bulanık sular estetik açıdan hoş görülmedikleri gibi sağlık açısından da sakıncalıdır. Ayrıca dezenfeksiyon işleminin başarılı bir şekilde yapılabilmesi için çökeltme, yumaklaştırma ve filtrasyon gibi yöntemlerle bulanıklığa neden olan unsurların giderilmesi gerekmektedir. Bulanıklık tayini Nepholometric ve Turbidimetrik metotla yapılır (9, 10).

3.4. Sıcaklık
Yüzeysel suların sıcaklıkları doğal olarak iklime göre belirlenir. Genel olarak ekvatordan uzaklaştıkça ve deniz seviyesinden yükseldikçe suların sıcaklığı düşer. Yeraltı sularının sıcaklığı ise, daha çok derinliğe bağlı olup 20-40 metre derinlikte 1 °C yükselir. İçilmeye elverişli suyun sıcaklığı 7-12 °C arasında olmalıdır (9).

3.5. İletkenlik

İletkenlik sulu çözeltilerin elektrik akımını iletme yeteneğidir. Bu özellik iyonların mevcut olmasına, toplam konsantrasyonuna, hareketliliğe, valans ve sıcaklığa bağlıdır. Birçok organik bileşikler iyi iletkendir. Sulu çözeltileri ayrışmayan organik bileşik molekülleri elektriği çok az iletirler. Saf suyun iletkenliği 0.5-3 µmhos/cm’ dır. Bu değer hava veya su temasında biraz artar. Amerika Birleşik Devletler’ inde içilebilir suyun iletkenliği genel olarak 50-1500 µmhos/cm’ dir. İletkenlik yardımıyla saf suyun saflık derecesinin kontrolü, doğal ve atık sulardaki çözünmüş madde miktarlarının değişimi, suyun kimyasal analizinin kontrolü, 0.55-0.9 ampirik formülü kullanılarak sudaki çözünmüş madde miktarı bulunur.

Su analiz raporunun kontrolünde iletkenliğin 1/100'ü meq/l olarak toplam katyon veya toplam anyon değerlerine yakın olmalıdır.

3.6. Lezzet
Suyun lezzeti daima doğal ve içimi hoş olmalıdır. Suyun lezzeti, içerisinde erimiş oksijen ve karbondioksit gazları ile diğer mineral tuzları, sıcaklık ve soğukluğuna bağlıdır. Özellikle arzu edilen taze su lezzetini, içinde erimiş halde bulunan oksijen ve karbondioksit gazları sağlar. Suda sodyum klorür varsa tuzlu lezzet hissedilir. Magnezyum klorür ve potasyum sülfat sulara acı bir lezzet verir. Demir tuzları ise buruk bir lezzet verir. Böyle sular havalandırılırsa demir tuzları oksitlenerek demir hidroksit halinde çökerler ve tuzlardan arınırlar (Eroğlu, 1995).




Kimyasal Kalite Parametreleri

3.7. Sertlik
Sertlik, suyun sabunu köpürtmesinin bir ölçüsüdür. İlk bileşenler sertliği oluşturan kalsiyum ve magnezyumdur. Ayrıca alüminyum, demir, mangan ve çinko da sertliğe sebep olmaktadır (Samsunlu, 1999).
Sular sertlik derecelerine göre ise şu şekilde sınıflandırılabilir;
· 0-75 mg/L CaCO3 yumuşak
75-150 mg/L CaCO3 orta sertlikte
· 150-300 mg/L CaCO3 sert
· 300 mg/L CaCO3 ve üzeri çok sert

Suyun sertliğinin çok düşük olması da arzu edilmez. Çok yumuşak sular agresif (aşındırıcı) bir etki yapar. Ayrıca sert suları içen bölgelerde kalp-damar hastalıkları ölümlerinin yumuşak suları içen bölgelere kıyasla düşük bulunduğunu gösteren istatistikler vardır. İçme suyu için uygun sertlik 75-100 mg/L CaCO3 olarak ifade edilmektedir (Eroğlu, 1995).
3.8. Asitlik

Suyun asitliği esas olarak su içinde bulunan mineral asitlerden ve karbonik asit, silisik asit, borik asit vb. gibi zayıf asitlerden ileri gelir. Bir suyun asitliği, suyun pH derecesinin belli bir değere çıkarıncaya kadar kuvvetli bazlar ile nötralize edilmesi sırasında harcanan baz miktarı olarak tanımlanır. Mineral asitler bulunduğu zaman pH < 4 dür. Doğal sularda en önemli asitlik, su içinde çözünmüş karbondioksitten ileri gelir. Birçok halde su içinde bulunan bazı metal tuzları da hidroliz olarak asitliğe neden olur (10).


3.9. Alkalinite

Alkalinite su içinde bulunan başta karbonat ve bikarbonat iyonları olmak üzere pH değerinin 4,3'den daha yukarıda olmasına neden olan bileşenlerin toplamı olarak tanımlanır.
Suyun alkalinitesi esas olarak bikarbonat, karbonat ve hidroksit konsantrasyonlarının toplamından oluşur. Alkaliniteye etki yapan amonyak, borat, fosfat, silikat ve organik anyonlar gibi diğer tamponlayıcı maddeler doğal sularda çok az bulunduklarından genellikle ihmal edilir. Esasen içme sularında alkalinite için bir sınır değer verilmemiştir. Bu sınır pH tarafından karşılanır (10).


3.10. pH Değeri

Suların pH değeri asitlik ve alkalilik derecesinin bir ölçüsüdür. Aynı zamanda suyun temas halinde bulunduğu malzemelere olan etkisi hakkında bir fikir verir. 22 oC'de suyun H+ (hidrojen iyonu) OH- ile (hidroksil iyonu) konsantrasyonları birbirine eşittir.
Suyun pH değeri, H+ konsantrasyonunun (-) logaritması olarak tarif edilir. pH=-log [H+ ]
Buna göre saf suyun pH değeri 7'den az ise su asit, 7'den yüksekse bazik özellik gösterecektir. Yani saf su için pH=7, nötr duruma tekabül eder. Özellikle sertlik, suların pH derecesinin değişmesine neden olur. Eğer pH, bu değerlerden daha düşük ise bu su agresif özellik gösterir ve çeşitli usullerle asitlik derecesinin giderilmesi gerekir.

3.11. Demir ve Mangan
Demir ve mangan(manganez) tabiatta çözünmeyen (Fe+3 ve Mn+4 ) ve çözünen (Fe++ ve Mn++) hallerinin her iki şeklinde de bulunmaktadır. İki değerlikli demir ve mangan, çoğunlukla yer altı sularında bulunur. Bunlar oksijene maruz bırakıldıklarında okside olarak iki değerlikli demir, üç değerlikli demire, iki değerlikli mangan ise dört değerlikli mangana dönüşür.
Demir ve manganın içme sularında yüksek konsantrasyonlarda olmasının bazı sakıncaları vardır;
· İçme suyunda istenmeyen renk ve bulanıklığa sebep olurlar
· Demir ve mangan çamaşır, kumaş ve porselen eşya üzerinde leke bırakır. Demir, kahverengimsi, mangan ise gri-siyah leke yapmaktadır
· Su borularının iç cidarlarında biriken demir ve mangan, kesit daralmasına ve yük kayıplarının artmasına sebep olmaktadır
· Suyun iletildiği borularda demir bakterilerinin çoğalmasına sebep olur. Bu bakteri kütleleri, borularda kesit daralmasına, ayrıca zaman zaman koparak içme suyunun kirlenmesine ve boru, vana, su saati gibi aksamın tıkanmasına sebep olmaktadır. Bundan başka zamanla çürüyen bu bakteri kütleleri suya kötü bir tat ve koku vermektedir.

3.12. Çözünmüş Oksijen

Suda çözünen oksijen su içindeki yaşamın temelini oluşturur. Bu oksijen konsantrasyonu, su ile temas halinde olan havadaki oksijenin kısmi basıncı, su içinde çözünmüş olarak bulunan tuzların konsantrasyonu ve suyun sıcaklığına bağlıdır. Sularda minumum bir çözünmüş oksijen konsantrasyonunun muhafaza edilmesinden amaç, balık ve vahşi hayatın korunması, suyun dinlendirici tesirinin devamı ve atık maddelerin ayrışmasından doğan kokuların önlenmesidir. 4 ila 5 mg/l' lik bir sınır değer çözünmüş oksijen için kabul edilmiştir (10).

3.13. Suların Agresiflik Özellikleri ve Stabilizasyonu
Suyun agresif olması, sudaki karbon dioksit (CO2) ve bikarbonat (HCO3-) dengesinin bulunmamasından ileri gelmektedir (Eroğlu, 1995). İçme suyunun agresif nitelikte olması durumunda suya, kullanılan boru malzemesine bağlı olarak çeşitli metaller geçebilmektedir.

3.14. Azot Bileşikleri (Nitrit, Nitrat ve Amonyak)
Azotun bu üç şekli, su içerisindeki organik madde miktarının dolaylı ölçümleridir. Kirlenmenin bir ölçüsü olarak değerlendirmek amacı ile tayin edilirler. Yüzey ve yer altı sularına karışan azot bileşikleri doğal veya insan kökenli olabilir. Doğal azot yükleri bu su ortamlarında bulunan mikroorganizmaların bağladığı, yağışların getirdiği, yüzey ve yeraltı akışı sırasında sulara karışan azot bileşiklerinden oluşur.
Sularda bulunan en önemli azot bileşikleri organik azot, amonyak (NH3), nitrit (NO2) ve nitrattır (NO3). Bunlar içerisinde en fazla bulunanı nitrattır. Organik azot, proteinler, peptidler, nükleik asit ve üre gibi doğal maddeleri ve sayısız sentetik organik azot bileşiklerini içerir. Tipik organik azot derişimi göllerde birkaç yüz mg/L düzeyindedir (Kaçaroğlu, 1991).

3.15.Trihalometanlar
Birçok klorlu organik bileşik çeşitli endüstrilerden atık olarak kaynaklanmaktadır. Bu bileşiklerin içinde trihalometanlar önemli yer tutar ve bu bileşikler içme sularının klorla dezenfeksiyonu sırasında doğal organik maddelerin klor ile reaksiyona girmesi sonucunda oluşurlar. Trihalometanların içme suları analizlerinde varlığı tespit edildikten sonra sağlık üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Birçok araştırmada, trihalometanların kanserojen ve mutajenik etkiye sahip oldukları belirlenmiştir. Son zamanlarda çevresel etkileri nedeniyle klorlu organiklerin arıtımı üzerinde önemle durulmaktadır. Kanserojen ve mutajenik olan bu bileşikler, alıcı ortamlardaki organizmaların yapısında birikerek besin zincirine geçmekte ve biyolojik parçalanmaya direnç göstermektedirler (Uyak, 2006).


















4. İÇME SUYUNDAKİ KİRLETİCİLERİN SAĞLIK ETKİLERİ

4.1. Su Arıtımındaki Gelişmeler

Su arıtılmasının en önemli amacı, sağlık ve estetik açıdan rahatsız edici olmayan kaliteye ulaşmaktır.1800’lü yıllardaki sanayileşme ile birlikte büyük kentlerin ortaya çıkması kentsel su ihtiyacını önemli ölçüde arttırmış, bunun sonucunda su kıtlığı çekilmesinin yanında sağlık açısından güvenilir olmayan su kullanımı artmıştır. Bu sebeple 1800’lü yılların sonu ile 1900’lü yılların başlarında su yolu ile taşınan hastalıklarda anormal artış görülmüştür. Salgın hastalık tehlikesi sonucu sular kum filtresinden geçirilmeye ve klorlanmaya başlamış, klorla dezenfeksiyon ve filtrasyon ünitelerinde önemli teknik gelişmeler meydana gelmiştir. Zamanla kullanılan sularla ilişkili hastalık yapıcı etmenlerin ortaya çıkmasıyla (boru, vana, vb. iletim sistemlerinden kaynaklanan kadmiyum, kurşun, v.b. kimyasallar) klorlama ve filtrasyonun verimini arttırmak için daha ileri ön arıtma teknikleri geliştirilmiştir. Buna ek olarak sudaki tat, koku ve nitrat gibi kirleticileri gidermek için bazı durumlarda aktif karbon veya iyon değiştirme metotları kullanılmıştır. Su kalitesinin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin anlaşılmasına paralel olarak su arıtımı alanında da çok önemli denilebilecek ilerlemeler olmuştur.

4.2. Su Yolu İle Taşınan Hastalıkların Artması

Eski zamanlarda da bulaşıcı hastalıkların çoğu kalitesi bozulmuş suyun bir şekilde kullanılması sonucunda ortaya çıkmıştır. Zamanla atık suyun kontrol altında tutma yöntemlerindeki gelişmeler, su kaynaklarının korunması ve su iletim sistemlerinin revize edilmesi ile birçok yerleşim birimindeki suyun sebep olduğu hastalıklarda bir azalma gözlenmiştir. Suyun sebep olduğu hastalıkları daha iyi anlayabilmek için bu tür problemler dört ayrı grup altında toplanmaktadır.

1-Su yolu ile taşınan hastalıklar
2-Temizlik amacıyla kullanılan suyun sebep olduğu hastalıklar
3-Su bazlı hastalıklar
4-Suda çoğalan vektörlerin ortaya çıkardığı hastalıklar

Su yolu ile bulaşan hastalıklar, kirlenmiş suyun doğrudan içilmesi ile bulaşmaktadır. Su yolu ile bulaşan hastalıkların en bilineni kolera ve tifo dur. Kirlenmiş suyun dağıtım sistemleri ile tüketiciye ulaştırılması sonucu kimyasal zehirlenme ve methemoglobinemia da meydana gelebilmektedir. Buna ek olarak maruz kalınma söz konusu olduğu su içindeki kimyasal kirleticiler olumsuz sağlık etkilerine sebebiyet vermektedir. Şunu da göz önünde bulundurmak gerekir ki; patojenik bakterilerin sebep olduğu bu hastalıklar, insandan insana veya hayvandan insana, fekal-oral yolla bulaşmaktadır. İçme suyu bu bulaşmanın olası kaynaklardan sadece birisidir. Henüz gelişme aşamasında olan ülkelerdeki bebek ölüm oranlarındaki artışın en önemli nedeni su yolu ile bulaşan hastalık sınıfına giren ishaldir.

Suyun temizlik amacı ile kullanılması sonucu ortaya çıkan hastalıkların büyük çoğunluğu yetersiz hijyenden kaynaklanmaktadır. Suda çoğalan vektörlerin ortaya çıkardığı hastalıklar, su ile doğrudan ilişkisi olmayıp su içinde yaşayan bir takım canlıların insanlar ile temasından ortaya çıkan hastalıklardır. Bunlara örnek olarak sıtma ve sarıhumma hastalıkları gösterilebilir.

Su yolu ile taşınan hastalıklara sebep olan mikroorganizmaların, kolayca giderilmesi için ABD’nde 1914 standartları ile kaynakta kontrol, filtrasyon ve klorlama aşamaları ile suların arıtılması zorunluluğu getirilmiştir. Salgın hastalıkların yaygın bir şekilde devam etmesi ile 1950’den sonra bu salgın hastalıkların özellikleri raporlarla düzenli bir şekilde kayıt altına alınmıştır. Bu olumlu gelişmenin sonucu halk salgın hastalıklar karşısında bilgilendirilerek bilinçlendirilmiştir. Bununla birlikte numune alma ve analiz tekniklerindeki gelişmenin sağlandığı yarar ile bu hastalıklar daha detaylı bir şekilde raporlanma imkânına erişmiştir. En son olarak ortaya çıkan sonuç şudur: Salgın hastalıkların büyük çoğunluğu kirlenmiş, arıtılmamış veya yetersiz arıtılmış suların kullanılması sonucu ortaya çıkmaktadır.

4.3. Kimyasalların Sağlık Üzerindeki Etkileri

Bütün organizmalar, bir kimyasala maruz kaldıklarında az veya çok etkilenirler. Toksikoloji, kimyasal maddelerin, yaşayan organizmaların üzerinde yarattığı olumsu etkilerin araştırıldığı, bu etkilerin değerlendirildiği ve etki mekanizmasının belirlenmeye çalışıldığı bir bilim dalıdır. Kimyasalların canlı organizmalara etkileri, az etkili ve ölümcül etkili olmak üzere iki şekilde olmaktadır. Bazı olumsuz etkiler hem kendini gösterirken bazıları da daha uzun sürede ortaya çıkmaktadır. Canlı organizmalar, kimyasalın dozuna ve temas süresine bağlı olarak bu kimyasaldan etkilenmektedir.

Kimyasalların çok çeşitli sağlık etkileri söz konusu olmakla birlikte bunlar genel olarak aşağıdaki dört grup altında incelenmektedir.

· Nörotik:Sinir sisteminde tahribata sebep olabilen etkilerdir,
· Kanserojenik:Habis tümörlerin kontrol edilmeyecek şekilde büyümeleri,
· Mutojenik:yaşam hücreleri içindeki genetik metaryelin başkalaşması
· Teratojenik:Döldeki kalıtsal olamayan bir takım şekil bozuklukları

4.4. Patojenik Organizmalar

Bakteriler: Bakteriler tek hücreli organizmalardır. İyi tanımlanmamış bir çekirdeğe sahiptirler ve klorofilden yoksundurlar. Çoğalmaları bölünerek meydana gelmektedir. İnsanlarda bir çok ciddi hastalığa sebep olmaktadır. Bu bakterilerin sebep oldukları hastalıklar aşağıda açıklanmıştır.

Salmonella: Büyük çoğunluğu gastroenteritis hastalığına sebep olmaktadır. S.typhi ve S.iparatyphi türü bakterileri tifo ve ateşli tifoya sebep olmaktadır.

Shigella: S.sonnei,S.flexneri, S.boydii ve S.dysenteriae olmak üzere 4 alt gruba sahiptir. Su yolu ile bulaşan salgınların en önemli kısmını S.sonnei oluşturmaktadır. Bu dört alt grup pek çok hastalığa neden olmaktadır.

Yersinia enterocolitica: Bu organizma insanlar ve hayvanlar arasında taşınarak gastroenteritis hastalığına sebep olmaktadır. Bu bakteri 4 0C gibi düşük sıcaklıklarda yaşamını sürdürebilmektedir. Ayrıca bunlar klora karşı direnç göstermektedirler.

Campylobacter jejuni: Bu bakteri türünün 4 tane hastalığa neden olmaktadır. Laboratuvar testleri genelde, klorlama ile organizmaların kontrol altına alınabildiğini göstermektedir. Bu bakteri türünden kaynaklanan bulaşıcı hastalıkların çoğuna yetersiz dezenfeksiyon sebep olmaktadır.

Legionella: Bu bakterinin 26 türü tanımlanmıştır. Bu organizma zatureye sebep olmaktadır. Klora karşı oldukça direnç göstermektedir.

Enteropatojenik E.coli: Yaklaşık 140’dan fazla tipi bulunmaktadır. Bunlar insanlarda gastroenteritis hastalığına sebep olmaktadır. Ayrıca en önemli sağlık etkileri bebeklerdeki ishal salgınıdır. Bu salgınların bir kısmının , dışkı yolla kirlenen sulardan kaynaklandığı tesbit edilmiştir. Suyun arıtılması ile E.coli kontrol altına alınabilmektedir.

Vibrio kolera: Bu zehirli ve öldürücü patojen şiddetli bir etkiye sebep olarak bağırsakları etkilemektedir. Hastalık; ishal, kusma, idrar zoru, su kaybetme, ateşin normalin altına düşmesi iyice güçten düşme ile sonuçlanmaktadır. Eğer tıbbi bir müdahale yapılmaz ise kısa bir süre içinde ölüm söz konusu olabilmektedir. Su dağıtım sistemlerindeki bir takım gelişmeler, lağım sularının kontrol altında tutulması ve suların arıtılması ile hastalıklarda azalma söz konusu olmuştur; fakat hala salgın hastalıkların tam olarak bitmiş olduğunu söylemek mümkün değildir.

Mycobakteri: İnsanlarda tüberküloza sebep olmaktadır. Tipik olarak insandan insana temas ile oluşmaktadır. Evsel atıksular en önemli kaynaklardan biridir. Tüberküloza sebep olmayan türleri; M.kansasii ve M.avium-intracellulare akciğer ile ilgili bir takım hastalıklara neden olmaktadır.

Oppurtinustik bakteri: Bu grup bakteriler sık sık görülmeyen fakat yeni doğmuş olan canlılarda çok önemli hastalıklara neden olan bakterilerdir. Bu organizmalar, çevrede çok yaygın olarak bulunmakta olup kullanılmış sularda baskın bir grupturlar.

Virüsler: Virüslerin bulaşıcı etkileri çok geniş bir alana yayılmaktadır. Bunların hücreleri olmaması ile birlikte, bir çekirdek ve bu çekirdeği saran bir protein kılıfa sahiptirler. Virüslerin bir grubu olan enterik virüsler canlıların GI sistemlerinde tahribata sebep olmaktadırlar. 100’ün üzerinde enterik virüsü mevcuttur. Bu virüslerin en önemlileri aşağıda anlatılmıştır.

Hepatitis A: Bütün enterik virüslerin su yolu ile bulaşmasının muhtemel olmasının yanında HAV virüsünün bu yolla bulaşma ihtimali daha yüksektir. HAV, hepatit A hastalığını bulaştırmakta ve bu hastalık karaciğerlerin iltihaplanmasına sebep olarak karaciğeri tahrip etmektedir.Bunların sonucunda kişide ateş, halsizlik, mide bulantısı, kusma, ishal görülmektedir.

Yapılan çalışmalar neticesinde koagülasyon, flokülasyon ve filtrasyon ile HAV virüsünün giderim sonuçları olumlu olduğu görülmüştür. Ancak HAV virüsü giderilmeye karşı diğer virüslerden çok daha fazla direnç göstermektedir.

Norwalk-tip virüsler:Bu virüsler şiddetli bir şekilde gastroenteritis hastalığına sebep olmaktadır.

Rotavirüsler: Bu virüsler özellikle çocuklarda şiddetli gastroenteritis hastalığına sebep olmaktadır.Özellikle yeni gelişmekte olan ülkelerde bu virüsün sebep olduğu bebek ölümleri çok fazladır. Son zamanlarda rota virüslerin giderilmesi için çalışmalar yapılmış ve pilot tesislerde koagulasyon,flokülasyon ve filtrasyon ile bu virüslerin %99 oranında giderilebildiği tesbit edilmiştir.

Adenovirüsler,enterovirüsler,reovirüsler: Bunlar enterik virüslerin diğer çeşidi olup bağırsak ve üst solunum yolları ile alakalı hastalıklara neden olmaktadırlar. Adenovirüsler; atıksularda, kirlenmiş yüzeysel sularda bulunabilirler. Entero ve reovirüsler; atık sularda, doğal sularda ve arıtılmış sularda bulunabilmekte. Bu virüslerle ilgili herhangi bir salgın hastalık tesbit edilememiştir. Bu yüzden bu virüslerin önemi diğer virüsler kadar fazla değildir. Bu virüslerin çocuk felcine neden olduğu düşünülsede bunu tam doğrulayacak kanıtlar elde edilememiştir.

Protozoalar: Protozoalar tek hücreli, renksiz ve hücre duvarı olmayan bir yapıya sahiptirler. Bunların çoğu patojeniktir. Önemli tipleri aşağıda açıklanmıştır.

Giardiasis: Bulaşmasının en önemli kaynaklarından biri su iletim sistemlerinin kirlenmesidir. Bunun yanında, insanların birbiriyle temasları sonucunda ve diğer yollar ile bulaşmada çok önemli kaynaklardır. Giardia kistleri su içinde 1-3 ay kadar canlılıklarını sürdürabilmektedir. Giardia kisleri, klorlamaya karşı oldukça fazla direnç göstermektedirler. Diatomik toprak filtrasyon ile oldukça iyi bir şekilde giderilebilmektedirler.

Entamoeba histolytica: Bunlar diğer türlere oranla daha dayanıklıdır. Bu şekilde vücuda alındıklarında , amipli dizanteri ve bunu takip eden ishal, kusma, ateş arazları ile karşı karşıya kalınmaktadır. Bu organizma bazen kan dolaşım akımına karışarak diğer organlara, özellikle karaciğere ulaşarak burada apselerin oluşmasına neden olmaktadır.

Bu organizma, diğer enterik virüslere göre klora karşı daha dayanıklıdır. Filtrasyon ile giderme oldukça sonuç vericidir.

Cristosporidyum: Bunlardan iki tanesinin, memeliler için bulaştırıcı olduğu tespit edilmiştir. Bu organizmanın en önemli belirtileri ishal, kusma, karın ağrısıdır. Bulaşma insandan insana, hayvanlar ile veya kirlenmiş su ile olmaktadır.


KAYNAKLAR
  1. Şimşek, C., “Silivri bölgesi içme ve kullanma sularının fiziksel ve kimyasal yönden değerlendirilmesi”, Doktora Tezi, İst. Ün., SBE, İstanbul, 1999.
  2. Kuleli, S., Çevre ve İnsan Dergisi, 27-31, 1995.
  3. Gupta, A., “Su Kaynaklarının Geliştirilmesi”, Üçüncü Dünya Ülkelerinde Çevre ve Kalkınma, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2-10, 1993.
  4. Tamer, E., Çevre ve İnsan Dergisi, 26-28, 1995.
5. İnsani Tüketim Amaçlı Sular Yönetmeliği, 2005. T.C. Sağlık Bakanlığı, Resmi Gazete, No: 25730, Ankara,
  1. Akar, A., 2000. İçme Suyu Kalitesi Açısından Kirlilik Parametrelerinin İrdelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 141 s.
  2. Uyak, V., ve Toröz, İ., “İçme suyu kaynaklarındaki doğal organik maddelerin zenginleştirilmiş koagülasyon yöntemi ile giderilmesi”, İTÜ Dergisi, Su Kirlenmesi Kontrolü 16, 115-122, 2006.
  3. Yalçın, H., Gürü, M., “Su Teknolojisi, Palme Yayıncılık”, Ankara, 3-4-, 2002.
  4. Baltacı, F., “Su ve Analiz Metodları”, DSİ, Ankara, 3-38, 2000.
  5. Yıldız, N., “Şanlıurfa içme suyu siteminin kalite kontrol parametreleri açısından incelenmesi”, YLS, Harran Üniversitesi, FBE, Şanlıurfa, 27-37, 1996.
  6. Şahin, S., “Sularda tad ve kokunun kontrol edilmesi”, İTÜ Dergisi, 51 (1): 18-24, 1993.
  7. Korkmaz, N., Çevre ve İnsan Dergisi, 21-23, 1997.
  8. Eroğlu, V., 1995. Su Tasfiyesi, İTÜ Yayınları, İstanbul, 314 s.
  9. Aslan, Ş. ve Türkman, A. (2004), Biyolojik Denitrifikasyon ile İçme Sularından Nitrat ve Pestisit Giderimi, Cumhuriyet Üniversitesi I. Ulusal Çevre Kongresi, 13-15 Ekim, s.191-198, Sivas
  10. Balkaya, N. Ve Balkaya, M. (2004), İçme Suyu Kalitesini Etkileyen Faktörler, Cumhuriyet Üniversitesi I. Ulusal Çevre Kongresi, 13-15 Ekim, s.147-152, Sivas.
  11. Samsunlu, A. 2005. Çevre Mühendisliği Kimyası, İstanbul Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü, Birsen Yayınevi, s. 176 – 186, İstanbul.
  12. Kaçaroğlu, F., 1991. Eskişehir Ovası Yer altı Suyu Kirliliği İncelemesi: HÜ Fen Bilimleri Enst. Doktara Tezi, Ankara, 340 s.















EK-1.
RESMİ GAZETE: 17 Şubat 2005 PERŞEMBE - Sayı : 25730

Sağlık Bakanlığından:
İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik

Parametreler ve Parametrik Değerler Tablosu
a) Mikrobiyolojik parametreler
İçme-Kullanma Suları için:

Parametre
Parametrik değer sayı/100 ml
Escherichia Coli ( E. Coli )
0/100 ml
Enterokok
0/100 ml
Koliform bakteri
0/100 ml


İçme Suları için (İmlahanede):

Parametre
Parametrik değer sayı/ ml
Escherichia Coli ( E. Coli )
0/250 ml
Enterokok
0/250 ml
Koliform bakteri
0/250 ml
P. aeruginosa
0/250 ml
Fekal koliform bakteri
0/250ml
Salmonella
0/100ml
Clostridium Perfiringens
0/50ml
Patojen Staphylococlar
0/100ml
22 °C’de koloni sayısı
37 °C’de koloni sayısı
100/ml
20/ml
Parazitler
0/100ml
Diğer mikroskobik canlılar
0/100ml

Kaynak Suları için:
Parametre
Parametrik değer sayı/ ml
Escherichia Coli ( E. Coli )
0/250 ml
Enterokok
0/250 ml
Koliform bakteri
0/250 ml
P. aeruginosa
0/250 ml
Fekal koliform bakteri
0/250ml
Patojen Mikroorganizmalar
0/100ml
Anaerob sporlu sülfat redükte eden bakteriler
0/50ml
Patojen Staphylococlar
0/100ml
Kaynaktan alınan numunede maksimum :

22 °C’de 72 saatte agar-agar veya agar-jelatin karışımında koloni sayısı

37 °C’de 24 saatte agar-agar karışımında koloni sayısı




20/ml

5/ml

Ambalajlanmış sularda ambalajlandıktan sonra maksimum: (Numune, Ambalajlanmayı takiben 12 saat içerisinde alınmak ve bu süre içerisinde 4oC ±1 oC ’de saklanmış olmak kaydıyla) :
22 °C’de 72 saatte agar-agar veya agar-jelatin karışımında koloni sayısı

37 °C’de 24 saatte agar-agar karışımında koloni sayısı





100/ml

20/ml
Parazitler
0/100ml
Diğer Mikroskobik Canlılar
0/100ml


b) Kimyasal Parametreler

Parametre
Parametrik değer
Birim
Notlar
Akrilamid
0.1
μg/L
Not-1
Antimon
5.0
μg/L

Arsenik
10
μg/L

Benzen
1.0
μg/L

Benzo (a) piren
0,010
μg/L

Bor
1
mg/L

Bromat
10
(içme-kullanma suları için 31 Aralık 2007 yılına kadar 25 μg/L olarak uygulanır)
μg/L
Not 2
Kadmiyum
5,0
μg/L

Krom
50
μg/L

Bakır
2
mg/L
Not 3
Siyanür
50
μg/L

1,2-dikloretan
3,0
μg/L

Epikloridin
0,10
μg/L
Not 1
Florür
1,5
mg/L

Kurşun
10
(içme-kullanma suları için 31 Aralık 2012 tarihine kadar 25 μg/L olarak uygulanır)
μg/L
Not 3 ve 4
Cıva
1,0
μg/L

Nikel
20
μg/L
Not 3
Nitrat
50
mg/L
Not 5
Nitrit
0,50
mg/L
Not 5
Pestisitler
0,10
μg/L
Not 6 ve 7
Toplam pestisitler
0,50
μg/L
Not 6 ve 8
Polisiklik aromatik hidrokarbonlar
0,10
μg/L
Belli bileşiklerin konsantrasyon toplamı; Not 9
Selenyum
10
μg/L

Tetrakloreten ve trikloreten
10
μg/L
Belli parametrelerin konsantrasyon toplamı
Trihalometanlar-toplam
100
(içme-kullanma suları için 31 Aralık 2012 tarihine kadar 150 μg/L olarak uygulanır)
μg/L
Belli bileşiklerin konsantrasyon toplamı; Not 10
Vinil Klorür
0,50
μg/L
Not 1

Not 1: Bu parametrik değer; suyla temas eden polimerden kaynaklanan sudaki monomer kalıntı konsantrasyonunu ifade eder.
Not 2: 9 uncu maddenin (a) bendinde belirtildiği üzere, mümkün olan hallerde, dezenfeksiyondan ödün vermemek kaydıyla Bromat için Ek-1 (b) bölümünde belirtilen parametre değerinden daha düşük bir değer elde etmek hedeflenir. 8 inci maddenin (a), (b) ve (d) bentlerinde atıfta bulunulan sular için, belirtilen parametrik değere bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç on yıl içinde ulaşılması sağlanır. Bromat için bu direktifin yürürlüğe girmesinden itibaren ilk üç yıllık dönem için parametrik değer 25 μg/L’dir.
Not 3: Bu değer yeterli örnekleme metoduyla musluktan alınan insani tüketim amaçlı sularından alınacak su numunelerine ve yine tüketici tarafından içilen, haftalık ortalama değeri temsil eden insani tüketim amaçlı sulardan alınacak su numunelerine uygulanır. Örnekleme ve izleme metotları, 10 uncu maddenin dördüncü fıkrasına uyumlu bir biçimde uygulanır. Bakanlık, bu parametrelere ilişkin, insan sağlığı üzerinde olumsuz etkiye neden olabilecek olan izleme ve analiz sonuçları değerlerinin en üst düzeye ulaştığı dönemleri dikkate alır.
Not 4: 9 uncu maddenin (b) bendinde belirtildiği üzere; 8 inci maddenin (a), (b) ve (d) bentlerinde atıfta bulunulan sular için Kurşunla ilgili Ek-1 (b) bölümünde belirtilen parametrik değere bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç 15 yıl içerisinde uyulması sağlanır. Bu sular için, kurşunun parametrik değeri bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren ilk 8 yıllık süre için 25 μg/L olarak uygulanır.
Kurşun parametresi için belirtilen değerlere uyum sağlamak amacı ile verilen süre boyunca insani tüketim amaçlı suların kurşun miktarını mümkün olduğu kadar azaltmak için bütün tedbirlerin alınması sağlanır.
Bu değere uyumun sağlanmasına yönelik önlemlerin alınması sırasında, Bakanlık içilebilir nitelikteki sularda kurşun miktarının en yüksek olduğu yerlere öncelik vermelidirler.
Not 5: Bakanlık, kullanılmış su arıtma işleminde (nitrat)/50 + (nitrit)/3 £ 1 formülünü esas alır ve nitrat (NO3) ve nitrit (NO2) miktarları için mg/L birimi kullanılır. Nitritler için de 0,10 mg/L değerine uyulur.
Not 6: Pestisitler;
Organik insektisitler (böcek öldürücüler),
Organik herbisitler (bitki öldürücüler),
Organik fungusitler (mantar öldürücüler),
Organik nematositler (solucan,kurt öldürücüler),
Organik acarisitler,
Organik algisitler (yosun öldürücüler),
Organik rodentisitler (kemirici öldürücüler),
Organik slimisitler (balçık, salgı öldürücüler) ile,
bunlarla bağlantılı ürünleri (diğerlerinin yanı sıra, büyüme kontrol edicileri) ve bunların ilgili metabolitlerini, parçalanma yada reaksiyon ürünlerini ifade eder.
Söz konusu pestisitlerden suyun içinde olması muhtemel pestisitler izlenir.
Not 7: Parametrik değer her bir pestisit için uygulanır. Aldrin, dieldrin, heptaklor ve heptaklor epoksit için parametrik değer 0,030 μg/L’dir.
Not 8: “ Toplam pestisitler” izleme süreci içinde tespit edilen ve sayılan her bir pestisitin toplamını ifade eder.
Not 9: Belirtilen bileşikler şunlardır:
Benzo (b) floranten,
Benzo (k) floranten,
Benzo (ghi) perilen,
İndeno (1,2,3- cd) piren.
Not 10 : Belirtilen bileşikler şunlardır: kloroform, bromoform, dibromoklorametan, bromodiklorometan.
9 uncu maddenin (c) bendinde belirtildiği üzere, mümkün olan hallerde, dezenfeksiyondan ödün vermemek kaydıyla trihalometanlar için Ek-1 (b)’de belirtilen parametre değerinden daha düşük bir değer elde etmek hedeflenir. 8 inci maddenin (a), (b) ve (d) bentlerinde atıfta bulunulan sular için, trihalometanlarla ilgili Ek-1 (b)’de belirtilen parametrik değere bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç on yıl içinde ulaşılması sağlanır. Toplam trihalometanlar için parametrik, değer bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren ilk 8 yıllık süre için 150 μg/L’dır.

c) Gösterge parametreleri
Parametre
Parametrik Değer
Birim
Notlar
Alüminyum
200
μg/L

Amonyum
0,50
mg/L

Klorür
250
mg/L
Not 1
C. perfringens (sporlular dahil)
0
sayı/100 ml
Not 2
Renk
Tüketicilerce kabul edilebilir ve herhangi bir anormal değişim yok


İletkenlik
2500
20 °C’de μS / cm
Not 1
PH
³6,5 ve £ 9,5
pH birimleri
Notlar 1 ve 3
Demir
200
μg/L

Mangan
50
μg/L

Koku
Tüketicilerce kabul edilebilir ve herhangi bir anormal değişim yok


Oksitlenebilirlik
5,0
mg/L O2
Not 4
Sülfat
250
mg/L
Not 1
Sodyum
200
mg/L

Tat
Tüketicilerce kabul edilebilir ve herhangi bir anormal değişim yok


22 °C’de koloni sayımı
Anormal değişim yok


Koliform bakteri
0
Sayı/100 ml
Not 5
Toplam Organik Karbon (TOC)
Anormal değişim yok

Not 6
Bulanıklık
Tüketicilerce kabul edilebilir ve herhangi bir anormal değişim yok

Not 7

d) Radyoaktivite
Parametre
Parametrik değer
Birim
Notlar
Trityum
100
Bq/L
Notlar 8 ve 10
Toplam gösterge dozu
0,10
mSv/yıl
Notlar 9 ve 10
Alfa yayınlayıcılar
0.1
Bq/L

Beta yayınlayıcılar
1
Bq/L


Not 1 : Su aşındırıcı olmamalıdır.
Not 2 : Suyun yüzeyden alınmaması yada yüzey suyundan etkilenmemesi halinde bu parametrenin ölçülmesi gerekmez. Suyun parametrik değere uymaması halinde, Bakanlığın mutlaka tedarik edilen suyu patojen mikro organizmalar, örneğin cryptosporidium, bulunmasından kaynaklanan insan sağlığına yönelik potansiyel bir tehlike olmadığını belirlemek için araştırılması gerekir.
Not 3 : Şişelere yada kaplara konulan sular için minimum pH değeri 4.5 olarak belirlenebilir.
Not 4 :TOC parametresinin analiz edilmesi halinde bu parametrenin ölçülmesi gerekli değildir.
Not 5 : Şişelere yada kaplara konulan su için birim sayı/250 ml’dir.
Not 6 : Günde 10 000 m3’ten az su verilmesinde bu parametrenin ölçülmesine gerek yoktur.
Not 7:Yüzeysel suyun arıtılması durumunda Bakanlık, arıtımından sonra sudaki bulanıklığın 1.0 NTU (Nephelometrik bulanıklık üniteleri) değerini aşmamasına dikkat eder.
Not 8: İzleme aralıkları daha sonra Ek-2’de belirlenir.
Not 9:Trityum, potasyum –40, radon ve radonun bozunmasından oluşan ürünler hariç; izleme frekansları, izleme metotları ve izleme noktaları için en doğru yerler daha sonra Ek-2’de belirlenecektir.
Not 10:
1- İzleme frekansları hakkında Not 8’de öngörülen teklifler ve Ek-2’de yer alacak olan ve Not 9’da belirtilen izleme frekansları, izleme metotları ve izleme noktaları için en uygun yerler, Birliğin bu konudaki düzenlemeleri dikkate alınarak belirlenecektir.
2- Bakanlık diğer izlemelere dayalı olarak, toplam gösterge dozu olarak hesaplanan trityum düzeylerinin parametrik değerin çok altında olduğunu belirlemesi halinde, içme-kullanma suyunu toplam gösterge dozunu belirlemek için trityum yada radyoaktivite açısından izlemeyebilir. Böyle bir durumda bu kararının gerekçelerini, diğer izlemelerden elde edilen sonuçlarla birlikte, Komisyona bildirir.
 
  • Like
Tepkiler: umo
Üst
!!! Reklam Engelleyici Tespit Edildi !!!

Reklam Engelleyici Kulladığınız Tespit Edildi !

Sitemiz geçimini reklam gelirlerinden kazanmaktadır. Bundan dolayı Ad Block gibi reklam engelleyicilerin kullanılmasına izin verilmemektedir. Anlayış göstererek bu site için reklam engelleyicinizi devredışı bıraktığınız için şimdiden teşekkür ederiz.

Devredışı bıraktım, siteyi gezmeye devam edebilirim.