- Katılım
- 19 Ara 2011
- Mesajlar
- 164
- Tepki puanı
- 197
- Medeni hal
- Evli
- Meslek
- Uzman (B)
Atatürk’ün güzel sanatlar ile ilgili sözleri
Atatürk’ün güzel sanatlar ile ilgili sözleri. Atatürk’ün güzel sanatlarla ilgili sözleri.Atatürk’e göre güzel sanatların tanımı:
Sanat, güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir, ezgi ile olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltraşlık, bina ile olursa mimarlık olur. (Ahmet Cevat Emre, Muhit Mec, Sene: 1, No: 2, 1928, s. 84)
Güzel sanatların her dalı için, Kamutay’ın göstereceği ilgi ve emek, milletin insanca ve uygar yaşamı ve çalışkanlık veriminin artması için çok etkilidir. 1936 (Atatürk’ün S.D.I, s. 373)
Atatürk’ün güzel sanatların önemi ile ilgili sözleri:
Bir sohbet sırasında ressam İbrahim Çallı’ya söylemiştir.
Aynı milletin çocuklarının hep beraber bulunarak birbirlerini tanımaları, birbirlerini sevmeleri ve bu birlik sevgisinden çıkacak yüksek duygulara aynen uymaları güzel bir şeydir. Eğer güzel sanatlar mensubu bir kişi olarak siz bunu gösterirseniz, bütün millete ve bütün insanlığa hizmet edersiniz. (Hasan Cemil Çambel, Dünya gazetesi, 30.8.1952)
Fikirler ve devrimler, sanatla yayılır. (Atatürk’ten B.H., s. 84)
Atatürk’ün sanatçının değeri ile ilgili söyledikleri
Tiyatro sanatçılarına hitaben söylemiştirEfendiler... Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hattâ cumhurbaşkanı olabilirsiniz; fakat, sanatçı olamazsınız. Yaşamlarını büyük bir sanata adayan bu çocukları sevelim... 1930 (İ. Galip Artan Anlatıyor, Ses dergisinden alıntı, Sümerbank dergisi, Cilt: 3, Sayı: 29, 1963)
Bursa’da temsil veren tiyatro sanatçılarına söyledikleri
Sizleri çok takdir ederim. Devrimimizde sizin de önemli hizmetleriniz vardır. Sanatınızı meslek edinerek engelleri yenmeye kararlı olmanızı, arkadaşlarınızla samimî olarak geçinmenizi bilhassa öğütlerim. Sizin vatana en büyük hizmetiniz, Anadolumuzu baştan başa dolaşıp halkımıza sanatın ne olduğunu anlatmanız olacaktır. 1926 (Atatürk’ün S.D.V, s. 44)Atatürk’e göre sanatçının tanımı
Ankara Halkevi’nde ressamlarla sohbet sırasında söyledikleriArkadaşlar, siz ressamlarla konuşmak ve sanatçının basit bir tarifini yapmak için gelmiş bulunuyorum. Gerçi sizlerin meslekî faaliyetinizin ve uzmanlığınızın bulunduğu bu alanda sanatçıyı tarif etmek ve size sizden söz etmek garip olur amma.. Sanatçıyı tarif eden pek çok sanatçının sözlerini bilirsiniz; fakat ben size sanatı ve sanatçıyı bildiğiniz tariflerden bambaşka, daha doğrusu askerce bir tarifle anlatmak istiyorum: Ben bir bölük komutanıyım, rütbem yüzbaşıdır. Üstümden emir aldım; karşıdaki tepeyi düşmandan gün doğmadan alacağım. Bu emir üzerine bütün erlerin donatımını tamamlayıp savaş hazırlığını yaptıktan sonra karşıdaki tepeyi, gün doğmadan işgal edeceğimizi bölüğüme söyledim. Saldırı başladı. Ama tepenin önünde geniş bir vadi var; bu vadinin ne kadar zamanda geçilebileceğini tahmin ve hesap etmiş olmama rağmen bu tahmin ve hesapta yanılmışız.
Düşmanın da umduğumuzdan daha kuvvetli hazırlığı ve inatçı bir şekilde savunmasıyla karşılaşmış bulunuyoruz ve gün doğmak üzeredir. Biz, aldığımız emre göre, gün doğmadan tepeyi işgal edecektik. “Gün doğmak üzeredir” diyerek bu tepeyi işgalden vaz mı geçelim? Hayır, zarar yok, geç de olsa, gün de doğsa amacımıza erişeceğiz. Saldırı, bütün gücü ve şiddeti ile devam ediyor. Büyük bir cesaretle dövüşe, dövüşe tepenin eteklerine kadar yaklaşmış aslan erlerin tepeyi işgali artık bir dakika sorunu olmuştur. Güneş yavaş yavaş doğmakta, ancak yarım çember halinde iken bu tepenin zirvesini ışıldatmaktadır. Fakat birkaç tane er, ellerindeki Türk bayrağını tepenin ışıldayan zirvesine dikmek için bütün gücü ile koşuyor ve tepenin zirvesine şanlı Türk bayrağını dikerken terlemiş alnına günün ilk ışığının vurduğunu hissediyor.
İşte sanatçı da, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır. (İbrahim Ceyhan, Atatürk’e Göre Sanatkâr, Atatürk’e Ait Hatıralar, A. Hidayet Reel, s. 159 -160)
Atatürk’e göre edebiyatın tanımı, anlamı ve amacı
Edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır: Söz ve anlamı, yani insan beyninde yer eden her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları, çok ilgilendirecek biçimde söylemek ve yazmak sanatı. Bunun içindir ki edebiyat, ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi, heykeltraşlık gibi özellikle musiki gibi, güzel sanatlardan sayıla gelmektedir.İnsanlıkta, en müspet bilim ve en ince teknik esaslarına dayanan yaşamla ve kanla karşılaşmak, kendileri için alında yazılı olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi, kendini içinde bulunduğu topluma anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğunu hazırlayabilmek için, uyandırıcı, hedeflendirici, yürütücü ve sonunda özverili ve kahraman yapıcı aracıyı, edebiyatta bulur. Bu nedenle, edebiyatın her insan topluluğu ve bu topluluğun bugününü ve geleceğini koruyan ve koruyacak olan her kuruluş için, en esaslı eğitim araçlarından biri olduğu kolaylıkla anlaşılır.
Bunun içindir ki Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı, edebiyat öğretiminde şu noktalara, bilhassa önem ve değer vermelidir:
a) Türk çocuğunun kafasını, yaradılışındaki dikkat ve itinaya göre oluşturmak. Bu, Cumhuriyetin sağlık düzeni ile ilgilenen bakanlığa da yönelen bir görevdir.
b) Güzel korunan Türk kafa ve zekâlarını açmak, yaymak, genişletmek. Bu, özellikle Millî Eğitim Bakanlığı’nın görevidir. Bununla birlikte olarak, yetenekli Türk çocuk kafalarına pozitif bilim ve maddî teknik kavramlarını, yalnız kuramsal olarak değil, aynı zamanda pratik araçlarla da yerleştirmek.
c) Bir taraftan da, Türk kafalarındaki yetenekleri, Türk karakterindeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki yükseklik ve genişlikleri, kendilerini hiç zorlamadan, doğal bir şekilde ve olduğu gibi ifadeye onları alıştırmak. Bunlar yapılınca, sonuç şu olacaktır: Türk çocuğu konuşurken, onun ifade ve anlatış tarzı, Türk çocuğu yazarken, onun ifade üslûbu, kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola götürebilecek bu yeteneği sayesinde, Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları, peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir. Bu edebiyat anlayışı, böyle bir edebiyat öğretimi sayesindedir ki, edebiyat anlamından anlaşılan amaca varmak mümkün olabilir. 1937 (Afetinan, Atatürk Hakkında HB., s. 272-273)
Atatürk’e göre şairin tanımı
İnsanlarda birtakım ince, yüksek ve temiz duygular vardır ki insan onlarla yaşar. İşte o ince, yüksek, derin ve temiz duyguları en fazla duyabilen ve diğer insanlara duyurabilen, şairdir. (Ahmet Cevat Emre, Muhit Mec, Sene: 1, No. 2, 1928, s. 65)Atatürk’ün edebiyat sevgisi
Ben edebiyatı ve şiiri severim. 1915 (İbrahim Alaettin Gövsa, Acılar, s. 9)Atatürk’ün güzel konuşma hakkındaki düşüncesi
Güzel konuşmak İçin, serbest olmak ve kelimelerin anlamlarını yerinde yapılan jestlerle kuvvetlendirmek gerekir. 1932 (Lütfı Aksoy, Atatürk’e Ait Bilinmeyen Hatıralar, Yeni Mecmua, No: 19. 8.9.1939)Atatürk’ün musiki hakkındaki düşünceleri
Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.Bugün dinletmeye yeltenilen musiki, yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak bu düzeyde, Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir. 1934 (Ayın Tarihi, Sayı 12, 1934. s. 23)
Çankaya’da müzisyenlere söylemiştir
Osmanlı musikisi, Türkiye Cumhuriyetindeki büyük devrimleri anlatacak kudrette değildir. Bize yeni bir musiki gereklidir ve bu musiki özünü halk musikisinden alan çok sesli bir musiki olacaktır. Alışkanlık dediğiniz şeye gelince, sizin Osmanlı musikinizi Anadolu köylüsü dinler mi? Dinlemiş mi? Onda o musikinin alışkanlığı yoktur.Klasik Türk musikisi
Biz, çok defa, bu musikinin tam onurunu bulamıyoruz. İşte bu dinlediğimiz, gerçek Türk musikisidir ve hiç şüphesiz, yüksek bir uygarlığın musikisidir. Bu musikiyi, bütün dünyanın anlaması gerekir. Fakat, onu bütün dünyaya anlatabilmek için, bizim milletçe, bugünkü uygar dünyanın düzeyine yükselmemiz gerekir. (Mesut Cemil Anlatıyor: Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk 11,1954, Der : NA. Banoğlu, s. 52)Biz batınınkini saygıyla dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada saygıyla dinlenecek bir durumda olmalıdır. (Osman Ergin, Hafız Yaşar Okur’dan naklen,Türkiye Maarif Tarihi, Cilt: 5, 1943, s. 1534-1535)
Zeybek Oyunu
Bu oyun, milletimizin erkek oyunu, kahraman oyunudur; bilmek gerek! 1935 (Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası, 1970, s. 398)Eğitimci Selim Sırrı (Tarcan) Bey’in, bir kız öğrenci ile zeybek oyununu izledikten sonra söyledikleri
Selim Sırrı Bey, zeybek raksını geliştirirken ona bir uygar şekil vermiştir. Bu sanatçı üstadın eseri hepimiz tarafından kabul edilerek millî ve sosyal hayatımızda yer tutacak kadar olgunlaşmış, estetik bir şekil almıştır. Artık Avrupalılara; “Bizim de eksiksiz bir raksımız var” diyebiliriz ve bu oyunu salonlarımızda, okul gösterilerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı, her toplumsal salonda kadınla beraber oynanabilir ve oynanmalıdır.1925 (Atatürk’ün S.D.V, s. 38)
Heykel ve heykeltraşlık
Mimar Koca Sinan’ın eserlerinin en yoğun bulunduğu İstanbul’da ve son şaheserinin yapıldığı Edirne’de, ona bir anıt dikilmelidir. Ancak, cumhuriyetimizin başkenti Ankara’da da bütün Türk büyüklerinin heykelleri ve anıtlarının dikilmesi, gelecek kuşaklara örnek olmaları bakımından gereklidir. 1935 (Afet İnan, Mimar Koca Sinan, s. 67)Aydın ve dindar olan milletimiz, ilerlemenin yollarından biri olan heykeltraşlığı en son derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesi, ecdadımızın ve bundan sonra yetişecek evlâtlarımızın anılarını güzel heykellerle dünyaya ilân edecektir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 66)
Çağdaş Türk mimarlığı
Eski milletler büyük çalışmalar sonunda kendilerine özgü birer mimari stil yaratmışlardır. Son yüzyılın sanat çalışma ve düşünceleri sonunda da modern bir mimarlık doğmuştur. Fakat, bu modern mimarlık da her milletin düşünce ve karakter farklarıyla birbirinden ayrı bir görünüş ve anlamdadır. Bir İtalyan modern mimarlığıyla bir Alman modern mimarlığı arasında çok değişiklikler vardır. Bu modern mimarlıklar bütün görünüşleriyle de hangi milletin malı olduğunu anlatmaktadırlar. Bizde de yüzyılın bütün düşünce ve gereksinimlerine cevap verecek, ruhlarımızı okşayacak bir modern mimarlık gereklidir. Fakat, bu modern mimarlık diğer milletlerin taklitçiliği değil, yurdumuza özgü, Türklüğe özgü bir mimarlık olmalıdır. Yapılan bazı binaları görüyorum; bunlar bir Avrupa modern mimarlığının aynen kopyasıdır. Bize orijinal bir modern Türk mimarlığı gerekir. İnanıyorum ki, yetişmekte olan genç Türk mimarları, bu haklı isteğimde olumlu bir yaratıcılığa erişeceklerdir. (Mimar Hikmet Koyunoğlu, Kültür ve Sanat, sayı : 5, 1977, s. 151)http://www.ataturkdevrimleri.com